İstanbul’un Külahlı Ağabeyi: Galata Kulesi8th Mart 2016
Ağabey dediğimize bakmayın, asırlara meydan okumak onun ki… Dile kolay; 1496 yıl. Kaç cemre düşmüş, kaç fidan yeşermiş, kaç çınar devrilmiş bilinmez…
Rivayetler, başında kavak yelleri esen âşık gibi anlatsa da Kız Kulesi ile hikâyeleri başkadır. İlk göz ağrısı, sırdaşı, tarihdaşıdır. Martıların kanatlarında sır olur muhabbetleri duyulmaz. İkilinin arasına üçüncü olarak Ayasofya gelir, mevsimler değiştikçe yeşil tepelerden bir bir açılan pencerelerle paylaşırlar semayı.
Her asırda göze değmenin zorluğunu çekse de 14. Asrın sonuna doğru;
Vakt-ı şâdî de gelir mevsim-i mihnet de geçer.
“Dert mevsimi geçer, neşe vakti de gelir.” diyen Şeyh Galip ile kapı komşusu olurlar. Umudunu diri tutacak kelamı onun satırlarında bulur.
Yanar İstanbul, sayılamadığı kadar çok yanar. Dumanlara bekçilik edip, tulumbacılara haber salar yıllarca. Gün gelir “Yandım!” diyecek vakit bulamadan tütüverir külahı… Yetişirler imdada; “Tulumbacılar ateşten hızlı tulumbacılar… Heeeyt… Karada aslan, denizde kaplan, yetmiş iki buçuk millete duman attıran, yaman gelir yaman gider. Kasımpaşa’nın yiğitleri bunlar!” diye diye…
Hezarfen Ahmet Çelebi’yi hayallerine uçursa da herkes onun kadar şanslı değildir. Bazılarının mezar taşına yazılır veda şiirleri.
Zindanlarındaki mahkûmlar, bodrumunda duasız kalmış gâip ölüler, tepesine kondurulan mehteran, zamanın tik taklarına yaptığı mihmandarlık, gökyüzüne dayadığı merdiven, kulenin taşları gibi tarihine dizilir.
Zirvesinden İstanbul’a bir göz attın mı geri durmak ne mümkün? Cennetin dünyadaki temaşası gibi… Gökyüzünün mavisi, yedi tepenin yeşili, tabloya dâhil olmak istiyor başı dumanlı gemiler. Ne de zor hayale dalmamak…
Pingback: İstanbul'un Külahlı Ağabeyi: Galata Kulesi - Yazı Oku