Çanakkale; Gidip de Geri Dönmeyen Kahramanların Destanı18th Mart 2016
“Git oğul, dönersen sütüm sana haram olsun!”
Oğullar bu sözle kınalanıp yollandılar şehadete…
57. Alay Sancağı
57. Alay Sancağının Avustralya’da Melbourn Müzesinde sergilendiği, altında ise;
“Bu alay sancağı Gelibolu’dan getirilmiş ancak esir edilmemiştir. Çünkü Türk Ordusunun geleneklerine göre bir alayın sancağı, alayın son eri ölmeden teslim edilemez. Bu sancak, sonuncu muhafızın da altında ölü olarak yattığı bir ağacın dalına asılı olarak bulunmuştur. Kahramanlık timsali olarak karşınızda duran bu Türk Alayı Sancağını selamlamadan geçmeyiniz.” yazdığı söylenmektedir. Ülkemizde şu anda saygı gereği 57. Alay bulunmamaktadır. Sadece 57 komanda taburu vardır.
Doğru veya yanlış tam olarak netleşmese de Çanakkale, tam olarak bu ruh üzerine bina edilmiştir. Bir karış vatan toprağı için binlerce can gözünü kırpmadan yürür şehadete.
Çanakkale’yi geçmeyi aklına koyan İtilaf Devletleri, İstanbul’u işgal ederek Osmanlı’yı yıkmayı ve savaş dışı bırakmayı amaç edinmiştir. Karşı konulması güç donanmaları, “Barbar Türkler Hristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir” diye kandırarak getirdikleri binlerce asker ile mantıken yenilgi gibi bir ihtimalleri yoktur. Gücün vermiş olduğu kibirle öğlen çayını İstanbul’da içme hayalleri kurmaya başlarlar.
Nitekim kolay mı bu milletin toprağına göz koymak! Toprak; vatan demek, toprak; hürriyet demek, toprak;namus demek!
“Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyen bu millet küffara verir mi toprağını!
Beşikteki bebeler için, gözü yaşlı eli dualı analar için, minareden eksilmeyecek hoş seda için bedende baş damarda kan kalmayıversin…
İtilaf Devletlerinin donanması, Boğaz’a girmeden 17 Mart akşamı son bir kez daha mayın kontrolü yapar ve zafer hülyası ile dalarlar uykuya.
Kararlılığın en koyu noktasında Nusret Mayın Gemisi, 26 mayını güneşin müjdesi olarak dualarla dizer kıyı boyuna. Bir rivayete göre, Mustahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa’nın gördüğü bir rüyayı rehber ederek mayınları yerleştirir.
18 Mart’ta İtilaf Devletleri, donanmasıyla saat 10:00’da harekete geçer.11:15’de ilk atış başlar. 17 dakika aralıksız döver Çanakkale tabyalarını. Donanmanın menzilimize girmemesi sebebiyle bu saldırıya karşılık verilememiştir. Donanma atış hattımıza girdiğinde tek top ayakta kalır ancak onun da vinci kırık olduğundan mermi namluya bir türlü sürülemez. Dua üstüne dua ekleyen Seyit Onbaşı, 276 kiloluk top mermisini sırtına yükler ve topun çalışmasını sağlar. Seyit Onbaşı’nın attığı mermi Ocean zırhlısına tam isabet eder. Gemi yan yatar ve Nusret Mayın Gemisi’nin bıraktığı mayınlardan birine denk gelerek alabora olur. Gemilerin mayınlara denk gelmesi ile de düşman donanması büyük zaiyat ile geri çekilmeye başlar.
Savaş sonrası resim çekebilmek için Seyit Onbaşı’dan top mermisini tekrar kaldırması istenir.
Ne kadar zorlasa da tekrar kaldıramaz. “Yine savaş çıksın, yine kaldırırım” der. Fotoğraf ancak tahta yapay bir mermiyle çekilir.
Savaş sonrası verdiği röportajda Seyit Onbaşı;
“Kilitbahir Mecidiyesi’ndeki uzun 24’lüklerin üçüncü topunda idim. Bir kere mermiyi kucaklayacak oldum, yağlı olduğundan elimden kaydı. Elimi biraz topraklayarak bir dizimi yere koydum ve mermiyi sırtladım. Merdivenleri ilk defa nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Gene aşağıya atlayarak 2, 3 ve 4. mermileri sıra ile taşımaya başladım. Aslan topumuz gürlemeye başlamıştı. 4. mermiyi attıktan biraz sonra idi, Gonca Suyu tarassut mevkisi, iki mermimizin isabetini bildirmişti. Bu haberi de duyduktan sonra bana gülleler, ufak bir saman çuvalı kadar yenik (hafif) geliyordu. Sanki denizin üzeri yanıyordu. Sağda solda iki gemi, kara dumanlar ve kızıl alevler içinde yana yana batıyordu.” şeklinde anlatır.
Seyit Onbaşı, 276 kg’lık top mermisini tek başına kaldırarak topun çalışmasını sağlar.
Düşman kara saldırısı ile Çanakkale’yi geçeceğini düşünse de, 18 Mart kırılma noktası olmuştur. 25 Mart itibariyle kara savaşları başlar.
19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal Atatürk;
“Ben size taarruzu emretmiyorum ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler başka komutanlar geçebilir.”
sözü tarihe altın harflerle yazılmıştır.
Şüphesiz Çanakkale’de bu kadar büyük kayıplar verilmesinin diğer nedeni bölge şartlarını, askerin durumunu bilmeyen Alman komutanlarının verdiği yanlış kararlardır.
9 Ocak 1916’da düşmanı hırsından çatlatacak şekilde Çanakkale Zaferi kazanılır. Barbar zihniyetleri demir yığınlarının yenilgisini o kadar kabul edemez ki, giderken şehit askerlerimizin naaşını bile rahat bırakmazlar. Başlarını keserek geri dönme yeminleriyle yanlarında götürürler.
Çanakkale; imanın imkânsızlığa karşı kazandığı zaferin adıdır. Yoklar o kadar çok ki sıralamayla bitmez. Yeterli cephane, silah yoktur. Silah için arkadaşının şehadetini bekler askerler. Mermi sayılıdır, tek boşa atılacak mermi bulunmaz. Silah yoksa süngü, süngü yoksa kendi bedenlerini silah niyetiyle atarlar düşmanın üstüne.
Oruç tutar gibi geçer günleri. Dumanının görünmesi ihtimaline karşılık yemekler uzakta pişirilir. Sıcak sebebiyle bozulduğu da olur. Yemek menüsü de hemen hemen hep aynıdır.
Çanakkale’de yemek listesi!
Doktorlar da cephedeki askerler kadar, belki daha da çok yorulur. Kurtulma ihtimali olmayan yaralılara müdahale dahi edilemez. Bir Türk doktorunun kurtulma ihtimali olmayan oğluna bakmayıp diğer hastaya geçtiği, oğlunun mezarına ancak ertesi gün gidebildiği Çanakkale notları arasındadır.
Hekimlerin yetişememesi sebebiyle çoğu asker yarasını ot veya bezle tıkar. Düşmanla birlikte yarasında oluşan kurtlar, kana hücum eden sineklere karşı da dayanması gerekir. Bit ise her iki cephede de başa çıkılmaz haldedir. Haftalarca çıkarılamayan postallar, çıkarılırken çürümüş taban derileriyle birlikte çıkar.
1915 yılında 3 lise de tek mezun veremez. Çünkü tüm öğrencileri Çanakkale’de Şehit olmuştur. Yeterli askerin olmaması nedeniyle yeni gelen birlikler, eğitim dahi alamadan cepheye sürülür.
Hey onbeşli türküsü sanıldığı gibi oyun havası değildir…
Çanakkale Savaşı’nın en küçüğü, 13 yaşında gönüllü bombacı Ali Reşat Çavuş’tur.19 Ağustos 1915 tarihli Illustrirte Zeitung Dergisi Ali Reşat’ı konuk eder.
Tüm bu imkânsızlıkların içinde atalarımız hiçbir zaman nezaketlerini kaybetmemiştir. Dalga geçmek için düşman cephesinden atılan mundar şeylere karşılık yokluk içinde oldukları halde ceviz, kuru kayısı gibi çerezlikler atarlar. Hatıralarda; “Bir daha o cepheden bize ateş edilmedi” yazar. Esirlere ve yaralılara asla işkence edilmez, bir misafir kadar hassas davranılır. Silahsız hiçbir askere mermi sıkılmaz. Buna karşılık İngilizler; esir alınan askerlerimizi kafeslere koyup diri diri yakmış, işkencenin her türlüsünü uygulamıştır.
Savaş sırasında Mustafa Kemal Atatürk;
“Düşmanla dost olmak isterseniz; elinizdeki silahı, belinizdeki cephaneyi bırakmayın. Gözünüzü ileriden ayırmayın. Ama merhaba mı merhaba!”
“Düşman layık değil ama biz insanlığımızı bozmayacağız. Temiz dövüşeceğiz. Yenilmez yılmaz, yıkılmaz Çanakkale askeri olacağız.” demiştir. Öyle de olmuşlardır.
Çanakkale’de cemaatle namaz kılan askerlerimiz…
Çanakkale, alnı beş vakit secdeden kalkmayan, eli tetikte gönlü dua da olan ecdadımızın inancıyla düşmandan korunmuştur. Metrekareye 6 binmermi düşmüş, denizin rengi kırmızıya boyanmış, kan gövdeyi tam manasıyla götürmüştür. Mantıkla bağdaşmayan ancak kalbi imanla dolu insanların idrak edebileceği olaylar yaşanmıştır.
Mağlup olduğu için mahkeme karşısına çıkan İngiliz Harbiye Nazırı Cnurchill;”Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türkler ile değil, Allah ile harp ettik! Tabii ki yenildik…” demiştir.
Çanakkale, dedemin vatanıma göz koyan küffarın küffarlığına attığı Osmanlı tokadıdır!
Hastanede tedavi görürken tabur komutanına şöyle bir mektup yazdı:
“Sağ kolumu kaybettim, zararı yok. Sol kolum var. Onunla da pek ala iş görebilirim. Beni müteessir eden ve kıtama katılıp düşmanla çarpışmama mani olan şey, yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz, affediniz muhterem kumandanım.”
Çanakkale, sütteki bebeğini bırakıp; “Bebem bensiz yaşar ama vatansız yaşayamaz” deyip cepheye koşan anaların yeridir.
Çanakkale, son nefesinde vücudundaki mermiyi çıkarıp; ”Bunu oğluma verin. Ben vazifemi yaptım, söyleyin o da yapsın!” şeklinde vasiyet verenlerin yeridir.
Çanakkale, ne zaman ve ne için yaşayıp, ne için ölünmesi gerektiğinin öğretisidir!
Çanakkale, Peygamberin sırtlarını sıvazlayıp yanlarında saf tuttuğu imanlı yüreklerin zaferidir…
Leave a Reply